Yeni bir ülkeye daha yine merhaba! Novi Sad’ı pürüzsüz uzun bir otobanın
sayesinde çoktan geride bıraktık Macaristan sınır kapısındayız derken, ileride
yaşanan muhtemelen göçmenlere dair bir sorun nedeniyle kapatılan Röszke-Horgos
sınır kapısıyla karşı karşıyayız. Ufak
bir bocalama anından sonra ‘Tompa’, ‘Tompa’ kelimelerinin sık geçtiği cümleler,
elimizdeki harita ve navigasyondan anlıyoruz ki bir diğer kapıya
yönlendiriliyoruz. Moralimiz biraz bozulsa da, ancak bu sayede görebiliyoruz
seni; belki de dünyanın en şirin kasabası ‘’Subotica’’. Yaklaşık 40 km
uzaklıkta, harika evlerin, inanılmaz güzellikte bahçelerin, bisiklet sürücüleri
için ayrılmış özel yolların olduğu sanki bize bir tablonun içinden geçiyormuşuz
hissi veren sevimli mi sevimli Subotica’nın sonunda vardık Tompa sınır kapısına.
AB tarafından gönderilmiş Alman görevlilerin de denetimiyle sıkı bir denetimin
ardından sendeyiz Macaristan. Hemen ilerideki gişelerden otoban kullanım
ücretini ödeyip gözlerimiz cama yapıştırılacak bir belge ararken öğreniyoruz ki
evrakı sadece aracımızda bulundurmanın yeterliymiş. Önümüzde hız sınırının 130 km/h
olduğu, kısa bir yol birleşimi dışında şehir merkezine kadar uzanan koca bir
otoban. Ve otobanın hemen bitiminde karşımıza çıkıveriyor güzelliği ile bizi büyüleyen
Budapeşte. Sanki bir rüyadayız, evet
buradayız.
Budapeşte Şehir Girişi |
Bir gece önceden Booking’den yaptırmıştık Art’s
Hotel için rezervasyonumuzu. İçimiz rahat, tek iş otelin yerini bulmak derken
Tuna nehrini takip eden kısa süreli bir trafiğin ardından varmışız bile.
Otoparka aracımızı asansör eşliğinde bırakıyoruz. Tuna kıyısında, parlamento
binası manzaralı mükemmel yerleşimi dışında, bizden pasaport bile istemeyip
sadece hoş geldiniz diyerek odamızı gösteren; rahat, güler yüzlü ve yardımsever
personeliyle bizi evimizde hissettiren, ilginç dizaynı ile oldukça hoş bir
oteldeyiz. Biz de içimiz rahat bir şekilde odamıza yerleşip bir an önce bizi
büyüleyen bu güzel şehri yaşamak için atıyoruz adımlarımızı.
Zincirli Köprü |
Nehrin kenarında yürüyerek, yıllardır ayakta
yıkılmadan duran, yapımındaki aslan heykellerinin mimarı hakkında farklı
rivayetlerin dolaştığı, bizce bu nehre en çok yakışan köprü olma ünvanına
layık, araçların, bisikletlilerin ve yayaların günün her saatinde var olduğu
meşhur zincirli köprüden geçerek bir kez de biz birleştiriyoruz Budin ve
Peşte’yi. O kadar mutluyuz ki… Buradaki herkes mutlu sanki… Şehre şöyle bir
baktığımızda sanki sonu mutlu biten bir masalın içindeymişiz gibi. İçeriye girip
gezindiğimiz, tavanında uçak maketi olan hemen köşe başındaki Sofitel’in
arkasından trafiğe kapalı Vaci Utca’ya çıkıyoruz. Minik butiklerin yanı sıra
ünlü mağazaların, kafelerin, müzikli restoranların, tarihi binaların, her
milletten insanların olduğu bu caddede bir sağımıza bir solumuza baka baka hiçbir
şey kaçırmamaya çalışarak yürüyoruz. Öyle değişik vitrinler var ki; bakarken
zamanın nasıl geçtiğini anlamadığımız. Hediyelik eşyaların, yerel giysilerin,
onları üzerinde taşıyan bebeklerin ve elbette ki Macar biberinin sık sık
bulunduğu şirin mi şirin dükkanlar. Hal’e kadar gelmiş fark etmeden bitirmişiz
bile bu eğlenceli caddeyi. Şehre karışmadan önce çeviriyoruz elimizdeki bir
miktar parayı Forinte. O kadar cezp etmiş ki bizi bu cadde, daha ilk günden
hediyelik eşyalarımızı almışız bile. Budapeşte’nin ışıltısında havanın karardığını,
zamanın nasıl geçtiğini anlamadan gece yarısına doğru dönüyoruz otelimize.
Ertesi sabahı heyecanla bekleyen rüyalar bizimle.
Art's Hotel'in Arka Manzarası |
Açıkçası, gelmeden önce okuduğumuz yazılara ve
yorumlara göre öyle hazırlamışız ki kendimizi, otelin ‘yok yoktu’
diyebileceğimiz lezzetteki kahvaltısı şaşırtıyor bizi. Güne güzel başlamak
önemli. Şimdi göster kendini Budapeşte! Sıra sende.
Art's Hotel'in Arka Manzarası |
Şehri yürüyerek gezebiliriz muhtemelen deyip
Zincirli köprünün önünde durup karşıdaki finikülere binmeye niyetlenmişken
buluyoruz kendimizi Big Bus firmasının Hopp On Hopp Off otobüsünde. Bükreş’te
az çok öğrenmiştik sistemi, ancak burada Türkçe dil seçeneğinin varlığı
onurlandırıyor bizi. Şimdi seni daha da sevdik Budapeşte. Çok daha keyiflisin,
kulaklarımızda George Ezra’nın Budapest’i ile.https://www.youtube.com/watch?v=VHrLPs3_1Fs
Budapeşte'den Çeşitli Kareler |
Sanki şehir
turizme göre düzenlenmiş, birçok seçenek, birçok kolaylık var gezmek görmek
isteyenlere. Elbette ki haritalar, rehberlerin dışında aklımızda görmemiz
gereken birkaç ıssız yer, belki de kaybolmamız gereken sokaklar var
Balıkçılar Tabyası, Buda Kalesi ve
Matyas Kilisesi ilk durağımız. Renkli çatıları, kare taşlı dar sokakları, kızıl
renkli güvercinleri ve muhteşem mimarisiyle her karenin fotoğrafı çekilmeye
değer güzelliğinin yanı sıra; Budin’den
Peşte’ye tüm şehir gözlerimizin önünde büyüleyici manzarasıyla bırakıyor
silüetini, güneşin altında nazlı nazlı akan nehrine. Bu şehir o kadar heyecan
verici; o kadar renkli ki… Kaptırmışken kendimizi bu masalın içine çan
sesleriyle hatırlıyoruz saat 12:00’de kale
içindeki nöbet değişim törenini.
Yakalamak için hızlandırsak da
adımlarımızı ancak sonuna yetişebiliyoruz ne yazık ki. Olsun, bu atmosferde ne
canımızı sıkabilir ki?
Nöbet Değişimindeki Askerler |
Öyle ya da böyle, eğer varsa fırsatımız şehrin tren
garları görmemiz gereken yerler arasında. Ve işte yine oturmuşuz bir banka,
gelip giden trenler ve koşuşturan insanlarıyla biraz şehrin nabzını
hissediyoruz Budapeşte garında. Çıkarken karşıdaki AVM bize doğru gülümsüyor
gibi, biraz içi gezilmeli sanki. Ardından dün gece kapalı olduğu için
giremediğimiz Central Hall’de ne var ne yok diye merakımızı gidermenin vakti.
Ne yok ki! Yiyecekten içeceğe, giyecekten hediyelik eşyaya bir çok tezgahın
olduğu koca bir alan ve müthiş bir kalabalık. Şehre yakışan renkli tezgâhların
arasında dolaşan, her renkten onlarca insan ve biz. Yine ‘ iyi ki buradayız’
dediğimiz bir yerdeyiz ne mutlu ki.
Biraz dinlenmek ve bir şeyler
atıştırmak için otele uğramanın vakti. Yandaki marketten ton balığı ve sıcacık
ekmeklerimizi almışız zaten. Günü geri kalanı için enerji depolamalı. Göz
kapaklarımız kapanana dek şehrin güzellikleri hafızamıza doldurulmalı. Merkezde
ki devasa dönme dolabı yakından görmeliyiz. Daha sonra da şehrin eğlence
saatinde, eğlenceli sokaklarında yürümeli. Işıldayan Azizi Istavan Katedrali bu
caddeler arasında parlarken kulağımıza gelen canlı müzik sesleri saatin kaç
olduğunu çoktan unutturdu bize sanki. Gecenin geç saatlerine kadar sokaklarında
yürürken hiç endişelenmedik, hiç korkmadık sende.
Parlamento Binası |
Gecen ayrı, gündüzün ayrı bir güzel
Budapeşte. Şehrinde ikinci gün doğumunu yaşarken, aklımızda bugün erkenden Gül
Baba’yı ziyaret etmek var. Onlarca basamağıyla karşımızda duran dik yokuşu bizi
pes ettirmemeli. Evet, sonunda balkondan seslenip bize yolumuzu göstermeye
çalışan teyzenin sayesinde ulaştık sana Gül Baba. Türben tadilatta olsa da,
burada sana verilen değer mutlu ediyor bizi. Heykelinin hemen önünde adına
yakışır taze güllerin ile hala buradasın, Gültepe’de. Bir de bu tepeden bakıyoruz Budapeşte’nin
doyum olmaz seyrine. Gül Baba’ya dualarla veda…
Gül Baba Türbesi Sokağı |
Şimdiki hedefimiz Margaret Adası… Gültepe’den iniş
için kullandığımız merdivenler bizi dar ara sokaklara karıştırırken, birçok
evin önünde yığılı eski eşyaları görüyoruz nedense. Frenc Molnar’ın Pal Sokağı
Çocukları’ndan Nemescek sanki iyileşip bu kapıların birinden koşarak gelecek.
Anıları, eski eşyaların aralarında bırakıp; köprüler şehri Budapeşte’de
Margeret Köprüsünden giriyoruz adanın içine.
Müzik eşliğindeki su dansı karşılıyor bizi, ardından tüm yeşilliği
keşfetmek için kiralıyoruz Bringo denilen dört kişilik bisikleti. Kesinlikle
yanlış bir tercih. Ne de zormuş bu ağır pedalları çevirmesi. Heykelleri, ağaçları, çiçekleri, kuşları, minik
hayvanları, sizi takip ettiğine inandıran kargaları, koşuşturan çocukları,
keyifli zaman geçirdikleri gülümsemelerinden belli olan insanları ile
koşuşturmaya kısa bir mola mekânı.
Şehir turu otobüsünün hediyesi olan tekne turuna bu
adadan başlamak niyetindeyiz, kızıma tur
boyunca arkadaşlık yapan Singapurlu küçük kız ve annesi ile sohbet ederken gelmiş
bile teknemiz. Yaklaşık bir saat süren ve görkemli Parlamento Binasının önünden
süzülerek geçip, bu seferde Tuna’dan bakıyoruz tüm şehrin beni görün dediği
güzelliğine. Evet; sen ‘beni görün’ diyen bir şehirsin Budapeşte.
Parlamento Binası |
Tekne turunun ardından otelde biraz
soluklanma vakti. Kahramanlar Meydanı bizi beklerken fazla vakit kaybetmemeli.
Üzerindeki melek tasvirleriyle bezenmiş heykellerin ihtişamlı görüntüsü ile
Hıristiyanlığa geçişi sembolize eden Binyıl Anıtı taçlandırıyor bu meydanı.
Meydanın önünde ise merkeze kadar uzanan geniş bir cadde. Yürüyerek gezilmeli
ve yürürken önünden geçtiğimiz Terror Müzesi belki kızımız biraz daha
büyüdükten sonra ziyaret edilmeli. Hemen ilerisindeki Yunus Emre Enstitüsü ise bu
cadde üzerindeki bir diğer güzel ayrıntı.
Kahramanlar Meydanı |
Enfes kokusunu
metrelerce uzaktan alabildiğimiz Macarların meşhur tatlısı Kurtoskalacs’ı yapan
gezici bir fırına rastlıyoruz yol üzeri. Önündeki kuyruğun içerisindeyiz
hemen. mmmm o kadar lezzetli ki. Bu
keyifli caddenin sonunda tur otobüsünü yakalayıp Vaci Utka yı birkez daha
görmenin vakti. Henüz Macar biberleri alınmamış, Rubik’in küpü de yol
üzerindeki markete bırakılmışken, eksiklerimiz tamamlanmalı, gecenin keyfi bu
caddenin ışıklarına gözlerimiz kapanana dek karışmalı.
Gellert Tepesinden Budapeşte |
Ertesi sabah; Eylül ayının yağmurlu havasında,
Elizabet’in beyaz köprüsünden göğe uzanan, Gellert’in sulara karışarak aktığı
tepenin üzerindeki özgürlük anıtından veda ediyoruz birbirine aşkla bağlanmış
Budin ve Peşte’ye. Hüzünlüyüz ayrılırken bu masalsı şehirden, ama bir o kadar
da mutluyuz; kısa bir süre olsa da bu masalın içinde gezinmekten. Renklerinle
güneşin altında parlarken mi, ışıklarınla geceyi aydınlatırken mi daha güzeldin
karar veremesek de bizi büyüleyen bu güzelliğini özleyeceğiz Budapeşte. Işıldayan
renklerinle, özlemle kal.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder